Profesyonel iş hayatına 1999 yılında NTV'de muhabir olarak başlayan Murat Gener, 2004 yılına dek NTV'de ekonomi muhabirliği, ekonomi editörlüğü görevlerini üstlendi. NTV'deki kariyeri boyunca ayrıca NTVMSNBC.COM'da "makronot" adı altında köşe yazıları hazırladı. Aynı dönemde TÜSİAD tarafından desteklenen Avrupa Postası isimli radyo programını hazırladı ve TGC en iyi radyo programı ödülünü aldı. BBC Türkçe Servisi'nin İstanbul yorumculuğunu yaptı.

25 February 2007

HARİTAYA BAŞKA TARAFTAN BAKMAK


İnsan beyni en çok glikoza ihtiyaç duyarmış. Ama glikoz insan vücudunun dışarıdan satın aldığı bir ürünmüş. Beyin üretim için vücuda emredermiş. Vücut da ürettiği bu değerli kimyayı beyne gönderdikçe beyin tarafından ödüllendirilirmiş. Ayaksa yürür, else tutar, kulaksa duyar, mideyse öğütürmüş. Tüm bunların nemasını yine beyin elde edermiş. O da düşünürmüş. Ya yeni emirler verir ya da yeni eylemler planlarmış çalışanları için. Bir gün gelir beyin glikoz göndermeyi keserse organlar işe yaramaz hale gelirmiş. Vücut felç olurmuş. Ayak yürüyemez, el tutamaz, mide öğütemez olurmuş. Vücudu beyin yönetirmiş. İnsan vücudunu anlamayan dünyayı anlayamazmış. Dünya haritasını hayal ederek başlayalım. Hani şu alışageldiğimiz dünya haritasını. Avrupa merkezli olan. Karşımıza alıp baktığımızda solda Amerika kıtasını, sağda Asya kıtasını, hemen aşağıda da Afrika kıtasını gördüğümüz haritayı getirelim gözümüzün önüne. Bu haritadan yola çıkarak beyin ve diğer organlar döngüsü ile dünya dengesi arasındaki şaşırtıcı benzerliği aktarmaya çalışacağım. Bir bilim adamı dostumun hatırlatmalarıyla. Önce haritamızı saat yönünde 90 derece çevirerek işe başlayalım. Abartılı bir iktisadi ve sosyal model olmaya aday bu varsayımı bu haritayı bir insana benzeterek devam edelim. Bu abartılı varsayımda şaşırtıcı şekilde dünyanın beyninin Amerika kıtasına gittiğine, dengeyi kuran arka beynin Güney Amerika’ya yerleştiğine, midenin Avrupa’ya ve ayakların dünyanın yükünü kaldıran Asya’ya taşındığına tanık oluyoruz. Ve “insan bedenini anlayan dünyayı anlarmış” sözünden hareketle gerçek hayata doğru yolculuk ediyoruz.

EN VERİMLİ ÜRETİM BEYNE
Beyin glikoz, yani vücudun ürettiği en değerli kimyasal ile çalışıyor. Bu değerli kimyasalı yapması için diğer organlara emir, emrini yerine getirmeyene de ceza veriyor. Bizim karikatürize ettiğimiz dünya haritası modelinde ise beynin bulunduğu yerde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bulunuyor. Beyi(n)miz, diğer organlara (ülkelere) ürettiğiniz en değerli malın ya da hizmetin yüzde belirli bir kısmını isterim diyor. Vermeyene de ceza veriyor. Bu değerli mal ya da hizmet bazen gerçekten para ya da para eder kıymet oluyor, bazen asker tezkeresi oluyor, bazen de stratejik ortaklık. Bedenin en üstünde konuşlanan ABD bunu her zaman herkese; sözgelimi, 1994’te Meksika’ya, 1997’de Güney Doğu Asya’ya, 1998’de Rusya’ya, 2000’de Arjantin’e ve Türkiye’ye ekonomi silahını kullanarak, 2003’te Irak’a, öncesinde Afganistan’a şimdilerde de İran’a ve belki de ufukta görüldüğü üzere Kuzey Kore’ye bildik silahlar yoluyla yapıyor. Alıp verememezlik sistemi işlediğinde savaş, iç karışıklıklar, çözümsüzlükler patlak veriyor.

DÜNYA İKTİSAT TARİHİ
Eğer beyin vücudu yönetir ve yönettiği vücudun ürettiği en değerli ürünü alır tezinde hemfikirsek sıra geldi abartılı olmayan hayatın içinden gerçeklere. İktisat tarihi geleceğe ışık tutmasıyla önemlidir. Ve bu ışık bize gelecekte dünyanın ekonomik haritasının baştan aşağı değişeceğini göstermektedir. ABD, yıllardır değişmeli olarak iki ayrı kanat tarafından yönetilmektedir. Bu kanatlardan birine Cumhuriyetçiler, diğerine Demokratlar denilir. Cumhuriyetçiler hali hazırda iktidarlar. Başkan George W. BUSH. Bundan bir önceki dönemde de yine Cumhuriyetçiler vardı. Ama ondan önce Demokratlar yani hani eşi ve kızıyla Türkiye’de tatil yapan ve hep Türk dostu görüntüsü çizen, deprem çadırında burnunu Erkan bebeğe kaptıran Bill CLINTON liderliğindeki kanat iktidardaydı. Gelelim bu iki ayrı siyasi hareketi birbirinden ayıran özelliklere. En özet tanımıyla Cumhuriyetçiler “silah ve petrol” iktisadını benimser, devlet yatırımların teşvik ederek ekonomik büyümeyi öngörürler. Demokratlar ise tam aksine “bilgisayar ve para” iktisadını uygularlar. Yani paradan para kazanma ya da teknolojik yeniliklerden para kazanma iktisadını benimserler. Bill CLINTON’un iki dönem üst üste başkanlık koltuğunda oturduğu dönemle, Amerikan borsalarının rekorlar kırdığı ve Bill GATES’in dünyanın en zengin adamı olduğu dönem aynı dönemdir. Benzer şekilde petrol üreten ülkelerle yaşanan krizler (Venezuela, Irak v.s…) ve silah sanayinin yükseldiği (Irak, Afganistan v.s…) dönemle Beyaz Saray’da George W. BUSH’un ikamet ettiği dönem aynıdır.

ABD YENİLEME SEÇİMLERİ
İşte şimdi bu iki cephe Kasım ayında yapılacak yenileme seçimlerine hazırlanıyorlar. Haber ajanslarının dış haberler servislerinden gelen yorumlara göre Demokratlar bu seçimden karlı çıkacak. Zaten iki dönemdir üst üste iktidarda kalan Cumhuriyetçi kanadın ABD’de yasamayı oluşturan Temsilciler Meclisi veya Senatodan herhangi birinde çoğunluğu kaybetme ihtimali çok yüksek. Bu durumun Bush’un koltuktan inmesine kadar giden bir süreci başlatabileceği konuşuluyor.

YENİ BİR DÖNEM
Bizler içeride 2007 tarihli Cumhurbaşkanlığı ya da genel seçimleri düşüneduralım, eğer yukarıdaki senaryo gerçekleşir ve ABD’nin başına yeniden “para ve teknoloji”ci iktidar gelirse dünyanın haritasının baştan aşağıya değişeceği aşikar. Tıpkı bundan 15 yıl önce bilgisayar teknolojisi nedir çoğumuz bilmezken birden bire bir internet ve bilgisayar patlaması yaşandığı dönemdeki gibi yeni yepyeni bir dönem kapıda. Silahla yapılan savaşların biteceği yerine parayla yapılan savaşların başlayacağı bir dönem. Belki de daha tehlikeli bir dönem. Bey(n)imizin glikoza ihtiyacı var. Bu glikoz şimdilerde petrol ve silahken çok yakın gelecekte para ve bilgisayar olacak gibi görünüyor. Yatırım planlarını yeni döneme göre hazırlamak gerekiyor.

BEKLENTİLER VE GERÇEKLER


Yurdumuzun yarından itibaren Balkanlar üzerinden gelen yağışlı havanın etkisine girmesi bekleniyor. Hava sıcaklığı tüm yurtta azalabilir.

Meteorologlar ve ekonomi analistlerinin makus talihi. “Hani yağmur yağmayacaktı?” serzenişi ile “Hani enflasyon düşük kalacaktı?” sorusunu birbirine çok benzetir oldum. Elbette bu her iki beklenti analizi de bilimsel gerçeklere dayalı şekilleniyor. Meteoroloji biliminin uzmanı kamuoyuna açıklama hazırlarken bulutların nemini, hızını, yolunu hesaba katıyor. Ve analizinin sonucunu duyuruyor; “Kent yarın yağmurlu…” Ertesi gün kentin batı yakasında yaşayan birinin başına yağmur yağarken, koca kentin diğer yakasındaki başka bir vatandaş güneş banyosu yapabiliyor ve şöyle bir isyan yükselebiliyor çoğu zaman o başka bir vatandaştan; “Hani yağmur yağacaktı? Boşuna mı aldım şimdi ben bu şemsiyeyi yanıma? ”

Makro analizlerde de durum benzer. Beklentiler yıl başında açıklanıyor; “Bu yıl enflasyon gerileyecek, büyüme hızlanacak, işsizlik azalacak…” Makroekonomik sistem hesabını buna göre yapıveriyor hemen. Maaş artış hızları, kira artış hızları belirleniyor, yatırım araçlarının yıllık oranları şekilleniyor. Ancak çoğu zaman meteoroloji bilimcisinin başına gelen ekonomi bilimcisinin de başına geliveriyor. Bir yerlerden bir serzeniş yükseliyor; “Hani enflasyon gerileyecek, ülke büyüyecek, işsizlik azalacaktı?” Kronikleşen Risklerimiz Çoğu analiste göre bugün Türkiye’deki en büyük ekonomik risk cari işlemler açığı. Bu, kabul edilebilir bir tespit. Evet, ortada kuş gribi ve global trende bağlı olarak artış hızının azalması beklenen turizm geliri gibi bir risk var. Diğer yanda rekabet gücü zayıflayan ihracatçı kitlesi bulunuyor. Ve değeri artan YTL nedeniyle ülkede ithal mallara olan talep artıyor. Tüm bunlar üstüste gelince de cari işlemler dengesindeki açık tarihi rekorlara tırmanıyor. Ancak uygulanan yapısal reformlar sayesinde cari açık, kontrolün elde tutulması kaydıyla bugünün Türkiye’sinde en büyük risk değil. Daha ciddi ve kronik risklerimiz var.

KRONİK RİSKLERİMİZ
Rekorlar kırarak ekonomi büyürken, büyüme trendinin işsizlik sorununun çözümüne reel yaşamda hala yansımaması ya da hala kazançtan değil de satıştan vergi alınması gibi… Daha önemlisi global risklerimiz var. Ve bu riskler her geçen gün daha da hissedilir hale geliyor. Şöyle bir geçmişe dönüp bakalım. Türkiye’nin büyük ekonomik depresyonları hangi dönemlerde yaşadığını düşünelim. Ve bu dönemlerin global ekonomiyle ilişkisini. Sözgelimi 70’ler… Dünyadaki büyük petrol şoku yılları. Ve Türkiye, hiper enflasyonlu günler, tüp kuyrukları… Gelelim 90’lara… Dünyada petrol şoku sonrası likidite bolluğunun yarattığı “sıcak para faiz ister” yılları ve 1994 Türkiye ekonomi krizi… 90’ların sonu Rusya krizi ve malum yansımaları… 2001… Ülkeden hızla sıcak para çekilen hareketli günler. Bir gecede yüzde 40 değer yitiren TL…
DÜNYANIN HALİ BELLİ
Ve bugün… Ekonomide bahar havası esiyor. Enflasyon oranları geriliyor, hedef belli, hareket sürüyor. Büyüme rekor kırıyor, bu rekor egale edilebilir. YTL değerli, değeri artabilir. İç borçlanma artık daha az maliyetli ve daha makul vadelerde, vadeler uzayıp borçlanma daha da az maliyetli hale gelebilir. Türkiye ekonomisi artık yapısal reformlarını büyük ölçüde yerine getirdi yani kolay kolay o eski günlere dönülmeyebilir. Ancak iktisat biliminin dediği gibi. Diğer koşullar sabit kalırsa… Dünyanın Hali “Yarın yabancı sermaye girişindeki bir yavaşlama ve güven ortamında zayıflama bizleri zora düşürebilir. Bu nedenle güven ve istikrarın korunmasında hepimize görev düşüyor.” Sözün sahibi Koç Holding CEO’su Bülend ÖZAYDINLI… Dünyanın hali belli. İran barış güvercinleri uçurarak dünyanın nükleer ülkelerinden biri olmayı kutluyor. ABD, İran’a uyarı üzerine uyarı gönderiyor. Ortadoğu’da kaos ve kargaşa hakim. Avrupa bölgesinden gelen mesajlar hiç de hoş değil. İşçi - öğrenci ayaklanmaları gündemde. Global düzen yeni ve hareketli bir döneme adım atıyor. Petrol fiyatları önlenemez artışını sürdürüyor. ÖZAYDINLI’nın dediği gibi yarın yabancı sermaye girişindeki bir yavaşlama ve güven ortamında zayıflama bizleri - hepimizi zora düşürebilir…

Yarın soğuk hava dalgası yurda giriş yapabilir… Baharınız güzel geçsin ümidiyle…