Profesyonel iş hayatına 1999 yılında NTV'de muhabir olarak başlayan Murat Gener, 2004 yılına dek NTV'de ekonomi muhabirliği, ekonomi editörlüğü görevlerini üstlendi. NTV'deki kariyeri boyunca ayrıca NTVMSNBC.COM'da "makronot" adı altında köşe yazıları hazırladı. Aynı dönemde TÜSİAD tarafından desteklenen Avrupa Postası isimli radyo programını hazırladı ve TGC en iyi radyo programı ödülünü aldı. BBC Türkçe Servisi'nin İstanbul yorumculuğunu yaptı.

24 March 2007

SISYPHOS’UN MUTLULUĞU


Sisyphos’u tanrılar cezalandırır. Ceza çok büyüktür. Sisyphos kocaman bir kayayı elleri ile iterek, çıplak ve yüksek bir dağa çıkarmaya mahkum edilir. Ama Sisyphos’un binbir zahmetle dağın tepesine çıkardığı kaya her seferinde aşağıya yuvarlanır. Kaya asla dağın tepesinde durmayacaktır ve bu ceza sonsuza dek devam edecektir. Sisyphos, kayanın ardından onu yukarıya çıkarmak için tekrar yamaca iner. Çünkü onun cezası kayayı yukarıya taşımaktır. Kayanın aşağıya yuvarlanıp yuvarlanmayacağı tanrıları ilgilendirmemektedir.

Mitoloji, Sisyphos’un hikayesinde yuvarlanan bir kayayı ve o kayayı yukarıya çıkarma çabası içindeki bir mahkumun öyküsünü anlatıyor. Sonsuza kadar cezalı Sisyphos, cezasını hala çekiyor. Aradan binyıllar, yüzbinyıllar, milyonyıllar geçiyor zaman değişiyor. 2007 yılının baharı geliyor. Mitolojinin geçtiği antik yunan ülkesinin hemen yakınlarında Türkiye Cumhuriyeti’nde binbir zahmetle düzlüğe çıkarılan dev ekonomi kayası yeniden aşağıya yuvarlanmaya başlıyor. Bugünün sorunu şu; kayayı dağın zirvesine tırmandırırken, ‘ekonomik büyümeden, ihracattan, borç yükünü azaltma hedefinden’ istemeden tavizler verebiliriz ve o kayayı yıllarca hep yukarıya çıkarmak zorunda kalabiliriz.

EKONOMİ BÜYÜDÜ, PEKİ YA KALKINMA ?
Türkiye Cumhuriyeti’nin makroekonomik dengesi analiz edilirken en önemli kalemlerden biri ekonomik büyümedir. Ekonomik büyüme kriz sonrası dönemde istikrarlı şekilde yönünü yukarı çevirmiş durumda. Ekonomik büyümenin ne anlama geldiğini biliyoruz. Büyüme, üretimi; üretim tüketimi ve ihracatı; tüketim ve ihracat yerli ve yabancı yatırımcı için ekonomiye güveni; güven de sarmalın sonunda yine büyümeyi getiriyor.

Rakamlar ortada, çok da derinlere inmeden ilk bakışta Türkiye ekonomisinin 2001’deki büyük krizden hemen sonra 2002’de %7.9, 2003’te %5.9, 2004’te %9.9, 2005’te %5.5 ve 2006’da %5.0 büyüdüğünü gözlemliyoruz.

Aynı dönemde yine kriz sonrasında Gayri Safi Milli Hasıla’daki kişi başına dolar rakamlarında da benzer bir istikrar göze çarpıyor. 2002’de kişi başına milli gelir rakamımız dolar bazında 2.619 dolarken, bu rakam 2003’te 3.383 dolara, 2004’te 4.172 dolara, 2005’te 4.964 dolara ve en nihayetinde 2006’da 5.216 dolara kadar tırmandı. Yani kişi başına milli gelirimiz kriz sonrası dönemden bugüne 2 kat arttı.

Normal şartlar altında bu gelişimin zenginlik ve refahı da beraberinde getirmesi gerekiyor gibi görünebilir. Ama söz konusu rakamlara bakarken yine aynı dönemde yaklaşık 2 kat artan toplam iç ve dış borç stoklarını da göz ardı etmemek gerekiyor. Artan borç rakamları o devasa kayayı aşağıya yuvarlıyor.

İHRACAT - REEL KUR ENDEKSİ
Yine rakamlardan yola çıkalım. 2002’de YTL/Dolar kuru yıl ortalaması şöyle. 2002’de 1.513, 2003’te 1.500, 2004’te 1.446, 2005’te 1.354, 2006’da 1.346, bu yazının kaleme alındığı gün itibariyle 1.4400. YTL istikrarlı değerlenmesini son 5 yıldır sürdürüyor. Buna karşın ihracat 2002 yılındaki 39 milyar dolar seviyesinden 2006 sonunda 77 milyar dolara tırmanmış durumda. Bu iyiye mi kötüye mi işaret sorusunun yanıtını da şu istatistik veriyor. 2002 yılında 48 milyar dolar olan ithalat bugün 110 milyar dolar. Dış ticaret açığında son 5 yıldaki artış ise tam 4 kat. Cari denge rakamları açık yönünde alarm veriyor. Ve her geçen gün içerdeki ve dışarıdaki siyasi dalgalanmalar devasa ekonomi kayamızı aşağıya doğru itiyor.

KONUŞARAK ANLAŞMA KÜLTÜRÜ
Yukarıdaki rakamlar elbetteki o devasa kayayı yani Türkiye’nin ekonomisini tamamıyla analiz etmeye yarar içerikte değil. Ama yine de yüksek bir dağa çıkarmaya çalıştığımız ve neredeyse yolun yarısını tamamladığımız bir dönemde kayanın elimizden kayıp düşeceğini ya da düşmeyeceğini gösterir nitelikte. Borç stokumuz artıyor, büyümemiz de; ulusal paramız değerleniyor, kişi başına düşen gelirimiz ve ihracatımız artıyor ama ithalatımız da. Tüm bu çerçevede zaten son 5 yıldır bıçak sırtında dengesini kurmak isteyen o devasa kayanın iticisi piyasaların ihtiyacı olan tek şey huzur ortamı. İşte bu yüzden olsa gerek iş dünyası siyasetçileri uyarıyor her fırsatta, Mayıs’taki Cumhurbaşkanlığı ve Kasım’daki genel seçimler öncesi konuşma ortamı yaratmak zorundayız diye.

SISYPHOS’UN KAYASI
Sisyphos’un öyküsü Albert Camus’un "le mythe de sisyphe" isimli denemesinde yer alır. Camus Sisyphos’un öyküsünü, anlamsızlığın, absürdlüğün, saçmalığın öyküsü olarak addeder. Çünkü, Sisyphos kayayı yukarıya çıkarmakla yükümlü bir mahkum olduğu ve kaya her seferinde aşağıya yuvarlandığı halde halinden memnundur, mutludur. Camus’a göre bu absürdlüğün tanımıdır.

İnsan düşünmeden edemiyor, “yoksa bizler Türkiye’de bu denli büyük bir saçmalığa, absürdlüğe mi tanık oluyoruz?” diye. 1994 krizinden başlarsak son 15 yıldır yani bir nesildir yukarıya kaya tırmandırıyor, sonra düşürüyor, sonra yine tırmandırıyor sonra yine düşürüyoruz. Dünya gelişmişleri ekonomik verileri sosyal hayata dair açılımlar için kullanırken biz hala açlık, fakirlik, büyüyememezlik, gecekonduculuk, eğitim sistemi, içinden çıkılmaz hukuksal mücadeleler ve dış siyasette söz sahibi olamamazlık sorunlarını yaşıyoruz. Yoksa bizde de Sisyphos’un hastalığı mı başladı ne dersiniz? Millet olarak bundan zevk mi alıyoruz yoksa ?

“NE İŞ OLSA YAPARIM ABİ…” VE SÜPERMEN


Öykünerek izlediğimiz gelişmiş ülkelerde işin uzmanlarından profesyonel danışmanlık desteği almak hayatın bir parçası. Sözgelimi çocuklarıyla iyi geçinemeyen aileler o ülkelerde çözümü profesyonel aile danışmanında alırken, ülkemizde anne babalar “benim çocuğum, sorunu ben çözerim” yolunu seçiyorlar. Sonuç kaybolan gençlik oluyor çoğu zaman. Yine gelişmiş ülkelerde dev şirketler iç işleyişte daralıp çoğu hizmetini dışarıdan satın alarak ayakta kalıyor ve dünyaya mal oluyorlar. Ama Türkiye’de durum çok farklı. Bizim ülkemiz “ben ne iş olsa yaparım abi”ciler ülkesi. Dışarıdan hizmet satın almak ayıp ya da beceriksizliğin bir göstergesi. Herkes Süpermen. Ve bu topraklarda bol bol kriptonit var. Hani şu Süpermen’i çaresiz bırakan malum taştan.

MİNİ KRİZ VE SONBAHAR EKONOMİSİ
Yılın son 3 aylık dönemine girerken bildiklerimizi ve bilemediklerimizi alt alta koyarak başlayalım. Önce neleri bildiğimize bakalım.

Ülkemiz, Mayıs başında yabancı yatırımcıların, biraz bizim iç dinamiklerimiz – bu makalede bu dinamiklere kriptonit diyeceğiz – biraz da yurtdışındaki etkiler nedeniyle kaçmasıyla başlayan “mini krizi” atlattı. Bunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz çünkü o günlerde aşırı dalgalanan döviz piyasaları bugün nispeten dengesini buldu. Yine o günlerde apansız fırlayan faizler gerilemeye başladı. Bu ilk bildiğimiz.

Bir diğer bildiğimiz ekonominin mevsimsel etkileri. Kuzey yarımkürede yaz bitti. Yani rehavet sona erdi. Her ne kadar yaz, sezon boyu süren büyük indirim ve taksitlendirme kampanyalarıyla geçilse de yine de kışın ilk sinyallerini verdiği bugünlerde harcamalarımız ister istemez artacak. Artan harcamalar yani yükselen talep arz eğrisini kaydıracağı için de fiyatlarda mevsimsel bir yükseliş olacak. Ama buna karşın sadece para piyasası değil reel piyasada da hareket başlayacak. Çok genelleyerek söylersek ortalıkta dolaşan para miktarı arttıkça reel sektör can bulacak.

Bu yeni dönemde Türkiye ekonomisinin büyümesi ve ekonomimizin geçen bahar sonunda yaşadığımız “mini kriz” benzeri krizlere karşı canlı kalabilmesi için en ciddi etkiyi reel piyasadaki hareketliliğin yapacağı aşikar. Merkez Bankası bir yandan enflasyonist etkileri dizginlemek adına önlemlerini aladursun diğer yanda reel piyasa canlanmak adına hareketliliği yeniden başlatacaktır. Bu etkileri en ciddi göreceğimiz yerlerden biri yine inşaat sektörü olacak.

İNŞAAT PATLAMASI
Önümüzdeki dönemde özellikle de yeni bir yaz gelene kadar özellikle inşaat piyasasının harekete geçmesini beklemekte fayda var. Ancak bu yeni dönemde bazı kısır döngüler de bizi bekliyor olacak. Şöyle ki; 1999 depreminin ardından mini değil “dev kriz”in üstesinden gelen inşaat piyasası 2001 krizinden de çıktı sonrası malum… İnşaat patlaması.

Belki Türkiye ekonomi tarihinin sayfalarında bile yer alabilecek türden bir patlama yaşadık, 2001’den 2006 başına kadar. Bu etki hala sürüyor ancak ama bugünlerde bu piyasada bazı dengesizlikler baş göstermeye başladı. Uzun yıllar boyu daralan ve daralmaya paralel talep biriktiren inşaat sektörü 2001 – 2006 arası devasa projelere imza attı. Öyle bir dönem yaşandı ki çoğu zaman üretilen projeler daha maket halindeyken satıldı. Bunun nedeni basitti. Büyük 2001 bunalımı atlatılmış, yeni bir tek parti iktidarı hem de “inşaata ağırlık vereceğim, duble yol yapacağım” gibi vaatlerle iktidara gelmişti. Yıllardır sınırlı üreten sektör artan talebe yanıt bulmakta gecikmedi. Toplu konut inşaatları ülkenin dört bir yanına yayıldı. Sonra ne mi oldu? Sonra ülkede bir anda o hep bahsini ettiğimiz iç dinamikler yani bizim kriptonit harekete geçti.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, danıştay saldırısı, seçim sürecine girildiğini haber veren televizyon reklamları, gazete ve televizyon haberleri v.s… Kriptonit yabancıyı ürküttü. Döviz piyasası sonra da ülke ekonomisi çalkalandı.

BİLİNÇSİZ MÜTEAHHİT PROMOSYONU
Şimdilerde özellikle son dönem inşaat patlaması zamanında bina yapan müteahhit firmalar satamamaktan şikayetçi. Çoğu inşaat firmasının adeta hızlı tüketim malları sektöründe olduğu gibi “bugün al sonra öde”, “ev al tatil kazan” gibi bilinçsiz promosyonlara başvurduğunu gözlemliyoruz.

Sonsöz bu yeni dönemde ne olacağını merak edenlere. Bu yeni dönemde inşaat sektörü yeniden kıvılcım bulacak. Yüksek maliyetlerle üretilen, bir kısmı satılan ancak büyük bölümü hala alıcısıyla buluşamamış yaşam alanlarının kısa sürede alıcıya ulaştırılması için faaliyetler başlayacak. “Kendim yaptım kendim satarım” diye düşünen inşaat firmaları bu satışları daha yaratıcı ve etkili pazarlama metodlarıyla gerçekleştirmek için profesyonellerden danışmanlık desteği alacaklar. Böylelikle de Türkiye gibi her daim bıçak sırtında yürüyen ülkemizde danışmanlık sektörünün yükselişini izleyeceğiz.

“NE İŞ OLSA YAPAMAM…”
İşte bu yüzden her ne kadar ayağını yere sağlam basmayan esnafı vursa da mini mini krizlerin gelmesi ve bu krizlerin kısa sürede derinlemesine etkiler bırakmadan karar vericilerin etkili ve zamanında tavırlarıyla kısa yoldan atlatılması iyidir. Ülkemiz bu yolla “ne iş olsa yaparım abi”cilerden kurtulup bir an önce, “ben işimi yaparım, ama yapamadığım yerde profesyonel destek alırım abi”ciler ülkesi haline gelecek. Yeni “Süpermen” danışılana denecek.

Zaten doğrusu da bu değil mi…